‘’SEVMEK’’ NE UZUN KELİME
Sen aklım ve kalbim arasında kalan,
En güzel çaresizliğimsin.
Gerçi aklıma bile gelmiyorsun artık.
O kadar kalbimdesin ki…
Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme,
Kırk yılın hatırına ‘’ SEN’’ kalayım.
CEMAL SÜREYYA
UZAKTAN SEVİYORUM
Boğazı düğüm düğüm, gece ıssız sokak aralarından köpek havlamalarını duydu, ürperdi, sevmezdi bu sesi. Leyla’nın penceresinin altından geçerken kalbi gümbürdedi.
Bu akşam evlerinde telaş vardı, kız isteme merasimi yapıldı. Tuzlu kahveler içildi, damat adayı salonda herkesin görebileceği sandalyesinde, nadir giydiği takım elbisesi, yüzünü buruşturarak, iki yudumda içtiği kahvesiyle Leyla’ya ‘ Senin için her şeye katlanmaya hazırım’ mesajını verdi.
Uzaktan seviyordu, kokusunu alamadan, boynuna sarılamadan, sadece seviyordu.
Sevmek yetmiyordu, içindeki sızı çaresizliğe dönüşmüş, cesaretsizlik , korkaklık, geçim kaygısı derken Leyla’ya gelecek vaad eden yakışıklı mühendis talip oldu.
Köşedeki tekel bayisinden bira almaya karar verdi, girince fikrini değiştirdi kederini uyuşturacak daha sert bir şey olmalıydı. Birlikte yaşadığı ananesi dayısına gitmişti. Karanlık eve girer girmez hüzün, pişmanlık sardı tüm benliğini.
Leyla ile ayrılmalarına neden olan tartışma anbean belirdi önünde ‘Okumanı istemiyorum, işten geldiğimde eşim kapıda karşılamalı beni’ Leyla, özgürlüğünün daha önemli olduğunu fark edip, kendini geri çekmiş yolları ayırmıştı.
Yollar ayrılmıştı! Ya kalpler?
Elinde kadehi karanlık odaya geçti, bu akşam mum ışığı yeterliydi.
Yüreği yangın yeri, beynindeki düşünceler savaş halindeydi,
‘Boş ver sana kız mı yok,’ ‘Leyla’nın yerini kimse dolduramaz’ ‘Ondan karı olmaz’
Bu zihin gürültüsünün içinde, oturma odasının ortasında duruyordu. Sonra gözleri kapandı, bacakları büküldü, ve elindeki kadehle yere yığıldı.
Sarsılarak ağlamaya başladı. İçindeki gel git, hesaplaşma, telkinlerle ancak gece yarısı uykunun kollarına bırakabildi kendisini. Öğleye doğru uyanabildi, kabulleniş mi, kendini kandırmak mı bilemediği dinginlikle çıktı yataktan.
Uzaktan seviyorum seni, şu üç günlük sevdalara inat, serserice değil, adam gibi seviyorum…
İşe kendini verip kafasını dağıtmalıydı, durağa geldiğinde iki araba kalmış, kaldırımın kenarına park edip sıraya girdi. Adnan abi telefonu kapatıp’ Oooo Metin hoş geldin yiğidim. İki çay söylesene Basri’ye’ ‘Tamam abi hallederim şimdi ’ bardağı kavrayınca ılıklık bedenine yayıldı, omuzlarında sevda yükü , kalbinde yangın, içtiği her yudumda sönerdi umudu.
Sabaha kadar direksiyon salladı, ağzı bozuk hayat kadınlarının pörsümüş vücutlarıyla arka koltuğa yayılışları, hastane yollarında deva arayışındaki biçareler, gece ateşlenip çocuk hastanesine yetiştirilmeye çalışılan çocuklar, nedense hep gece hasta olurlar, kusmalarına alışıktı, gece yarısı ekşi kusmuk kokusu arabaya sinmesin diye, torpido gözünde mutlaka poşet bulundururdu.
Leyla ile evlense hayat kadınlarının ucuz dekolte elbiselerinden, mafya babalarına özenen kıroların, kıllı göğüslerini gere gere, salladığı tesbihlerle savurdukları yiğitlik naralarından, çocuk kusmuklarının gölgesindeki, yaşamından mı bahsedecekti.
En iyi kuaförlerde bakım yapılmış saçları, her gün farklı bir rengini kullandığı ojeleri, son moda kıyafetleri, yakışıklı mühendis hayrandır zerafetine endamına, nede olsa kültürlü insanlar başka oluyor.
Mühendis uzaktan sevmeyecekti, elini tutacak, gözlerine dalıp dalıp gidecek, en çılgın kahkahalarına ortak olacaktı, yanağındaki buseden nasibini alacak, en sevdiği şarkıyı beraber mırıldanacaklardı.
Günler, geceler, takvimden düşen yapraklar, sonbaharın sarartıp savurduğu yaprakların çürüyüp toprağa karıştığı, toprak ananın kış uykusuna yatıp, baharda yeniden doğuma hazırlandığı bir kasım sabahıydı.
Ekmek teknesinde rızkının peşinde, cd de çalan Zerrin Özer’’ sevmek günahsa eğer günahın benim olsun’’ dinlerken el kaldıran bir müşteri, kaşkol berenin kamufle ettiği bir bayan atladı taksiye, Leylaydı…
‘Aaa Metin sen miydin hiç fark etmemiştim’ sesi titrek ağlamaklı, burnunun suyunu çekti, çantasını açtı peçete yardımına yetişti, yaramazlığını ört bas etmek isteyen yaramaz çocuk gibi.
Öyle uzaktan seviyorum seni, sana söylemek istediğim her kelimeyi dilimde parçalayarak seviyorum.
Fark etmemiş gibi yaptı ‘ne tarafa?’ ‘’İşe gidiyorum bankaya bırakır mısın?’’ ‘’Tabi ki , yağmurdan buralar sıkışık , alt caddeden götüreyim seni ‘’ dikiz aynasından baktı, yaşlar yanaklarından süzülüyordu.
Öyle uzaktan seviyordu, yanaklarına sızan iki damla yaşını silemeden.
Artık görmezden gelemedi. Sevdiği kız yanında acı çekerken, kalbine dokunacak bir şeyler söylemeliydi.’’ Neyse derdin üzülme demem lazım, ama demeyeceğim, üzül ağla akıt içinin zehrini.’’ Leyla sol elindeki yüzükle oynuyordu, ‘’Tutma içinde katran bağlamasına izin verme, şunu bil, hiç bir dert kalıcı değil, geçip gidecek.’’
İzin vermezsen senden gitmesine, o zaman saplanır yüreğine ok gibi. Leyla koy vermişti kendini, hıçkırıklara boğuldu.
Kırmadan dökmeden uzaktan seviyordu.
Arabayı sağa çekti ‘‘inmek ister misin? ‘’ ‘’ Seni dertlerimle sıkmak istemiyorum’’ Tüm gün sorunlarla boğuşuyorum, bir kerede sen sık ne olacak in biraz hava al’’ Parkta nemli yaprakların arasında kediler didişiyordu.
Sabah ayazı sertçe çarptı yüzlerine ‘’ Su ister misin?’’ Hayır! ‘’ Nerde kalmıştık, geçecek diyordum. ’’Umarım öyle olur, kendimi çıkışı olmayan bir labirente sıkışıp kalmış gibi hissediyorum.’’ ‘’Ama o labirente bir yerden girdin oradan çıkmayı dene. Sen akıllı kızsın, yaşamının istemediğin yöne evrilmesine izin vermezsin. Kalbinin itiraz ettiği yerde duramazsın, bunu kendine yapmaya hakkın yok’’
‘’Uçurumun kenarında gibiyim, sanki en ufak bir sarsıntıda ayağım kayacak yuvarlanacağım, her yerim yara, bere, kırık, çıkık içinde kalacak yıllarca toparlanamayacağım. Ama en çok kendime öfkeliyim, o uçurumu ben seçtim, beni yuvarlayacak olanları ben yücelttim, var ettim, kendime olan saygımı yitirdim, sanırım labirentte sıkışmak değil, kendime olan kırgınlığım, üzüntümün sebebi.
‘’Aslında herkes kırgın kendine, kendini ihmal etmişliğinin farkında değil, sonrada suçu başkalarına yükleyerek rahatlamaya çalışıyor, hepimiz aynıyız sen ben o . Devamlı kendimizle beraberiz ama en çok kendimize yabancıyız.’’
‘’Seninle konuşmak iyi geldi, yüreğimi mengeneyle sıkıyorlardı sanki. Rüzgarın önünde savrulan kuru bir yaprağım adeta.’’
‘’Rüzgarın götürdüğü yere değil, yüreğinin götürdüğü yere git, yüreğin kendin olduğun, kendi gerçeklerini var edip anlamlı bir hayat yaşayacağın yere götürür.
Öyle uzaktan seviyorum, seni sana söylemek istediğim her kelimeyi, dilimde parçalayarak seviyorum
‘’Peki sen, yüreğinin götürdüğü yere gidebildin mi?’’
‘’Gitmeye çalışıyorum, bazen olmuyor görmezden gelmem gerekiyor, yapamıyorum. Gerçeğime yüz çevirince, ruhum ızdırap çekiyor.’’
‘’Peki gerçeğinin gerçek olduğunu nasıl anlıyorsun?’’
Metin derin bir nefes aldı,
‘’Gerçeğinin olduğu yerdeyken tüm fırtınalar diniyor, kasırgalar, hırçın dalgalar, huzursuzluk, arayış bitiyor, tercihin doğru olduğuna inancın, güvenli bir limandaymışsın hissini veriyor. Açık denizlere emniyetle açılabilmenin huzuru. Cennetin tanımı bir nevi bu aslında, İçindeki cenneti bulabilmek.
‘’Haklısın, düşünsene, cehennemi yaşatan duygularla, cehennemden farkı olmayan bir hayat yaşamışsın, cenneti hissetmek için hiç çabalamamışsın, ölünce cenneti hak etmeyi umuyorsun.’’
‘’Bunun farkına vardığında varoluşun anlamlı hale geliyor .’’
‘’Peki dünyadayken kendi cennetimizi yaratmayı başarabilir miyiz?’’
Metin gözlerini Leyla’nın nemli gözlerindeki pırıltıya sabitleyip, kirpiklerindeki ıslaklığı baş parmağıyla sildi.
‘’Seni bilmem, sen arabama bindiğinden beri ben o cennetteyim, sonsuza dek sürmesi en büyük arzum.’’
Öyle uzaktan seviyorum seni kırmadan dökmeden parçalamadan üzmeden ağlatmadan sadece seviyorum
Leyla derinden sarsıldı, ikisi de
‘HİSSEDİLDİĞİNİ HİSSETMENİN CENNETİNİ YAŞIYORLARDI.