CEHENNEM
Önümde puslu bir yol, içimde ürpertiyle yürüyorum. Etrafta karanlık gölgeleriyle gökyüzünü kapatan ağaçlar, yol bazen taşlı, bazen dikenli, çukurlara takılıyorum, hendekler kazılmış, yaşam yolculuğunda hepsi tuzak, savaşa hazırlık.
Geçmişime doğru ilerliyorum, karşıma sıvaları dökülmüş, iri düz taşlardan basamakları yapılmış, duvar diplerinden yabani otlar fışkıran eski bir bina çıkıyor. İçeriden, duyulmayan ama kalbime ulaşan bir feryat beni çağırıyor.
Tahta kapıyı yavaşça ittiriyorum, toz kokusu çarpıyor burnuma, yerde yıpranmış bir kilim, kenarda sandık üzerinde yığılı yatak yorgan, duvarlarda cehennem hatırlatıcı kutsal imgeler.
Köşede küçük bir oğlan çocuğu, yüzünde morluklar, kolunda sopa izleri, elinde kuru ekmek, korkuyor bir adım geri kaçıyor, diz çöküp gözlerine bakarak ellerini tutuyorum. Ürkek, bir o kadar da şefkate muhtaç, kalbindeki yaradan akan kanlar gözlerindeki ışığı söndürmüş.
Ahmet, ben geldim, nasılsın diyorum, üvey babasının onu nasıl dövdüğünü aç bıraktığını, annesinin onu korumamasını, üvey kardeşlerinin dayak yerken yaşadıkları mutluluğu anlatıyor. Yanaklarını okşayıp sadece sarılıyorum…
Umutsuz feri sönmüş bakışlarından içine dalıyorum, kalbinde kasvet, fırtına, hüzün, acı, intikam hisleriyle dolu, ruhu sarsılıyor, uçup sonsuzlukta kaybolmak istiyor, zihnini korku, dehşet ele geçirmiş. Kalbinde sıcacık bir kuytu görüyorum ışıl ışıl, kaçıyorum ardıma bakmadan dayanılacak gibi değil.
Etraftaki insanlara bakıyorum, kadınların kumaş parçalarından gözükmüyor, erkekler çok namuslu! gazap elçilerinin yarattığı cehennemde, cenneti garantilemişler!
Alnından sevgiyle öpüyorum, gözlerinin en derinlerine dalıp, sen çok değerlisin, kendini çok ama çok sev, kalbini sevgiye kapatma, sen eşsizsin… Yüreğindeki ışığın tüm yaşamını ele geçirmesini dileyerek benliğimdeki sarsıntıyla ayrılıyorum ….