Hatırlamak istemesem de bilinçaltımda beni içten içe kemiriyordu. Diğer tüm anılarımın üzerini zifiri karanlıkla örtmüştü. O kapkara geceyle yüzleşmek üzereydim. Bilgisayarımın başına oturduğumda; parmaklarım yolunu kaybetmiş seyyah şaşkınlığında klavyenin üzerinde geziniyor, ilgili tuşa basamıyordum. Bütün hücrelerimde, özellikle beynim ve yüreğimde giderek artan kasırga silsilesi başlamıştı. Lakin herşeye rağmen yazmalıydım. Başka seçeneğim yoktu. O zehri akıtmanın tek yolu yazmaktı…
Bundan birkaç yıl önceydi. Sosyal sorumluluk projesi oluşturma toplantısındaydım. Köydeki öğrencilere ders vermem istendi. Seve seve kabul ettim. Konu çocuklardı ve onların eğitimine katkıda bulunacaktım. Asla hayır diyemezdim. Çocukların eğitimi kırmızı çizgim, olmazsa olmazımdı. Birkaç gün içinde ekibimi oluşturdum. Gideceğimiz köy yaşadığımız şehre 45 dakikalık uzaklıkta bir dağ köyü idi.
O yıl, öğretim dönemi sürecinde her Pazar köy kitaplığında toplandık. Öğrencilerimiz, hepsi birbirinden şirin ve sıcacıktılar. İlk okula gidenler çoğunluktaydı. Derslere ilgileri olağanüstüydü. İstekli olmaları bizleri daha da şevklendiriyordu. Değişik branşta arkadaşlarımla derslerinde zorlandıkları konularda yardımcı oluyor sorularını cevaplıyorduk. Zaman zaman çeşitli aktivitelerle eğlenmelerini sağlıyorduk. Birbirimizden çok memnunduk. Çocuklar mutlu biz mutluyduk. Verimli bir dönem geçirdik.
Köyde, ilk gün dikkatimi çeken bir olaydan bahsetmeden geçemeyeceğim.
Bizi Emine hanım karşıladı. Köy meydanında köylünün ve gelen turistlerin ekmek ihtiyacını karşılayan büyük bir çınarın gölgelendirdiği taş fırının önünde bekliyordu. Merhabalaşma faslından sonra, çınar ağacının altındaki tahta masanın etrafına sıralandık. Çok geçmeden mis kokusuyla bir tepsi börek masaya geldi. Ardından çaylarımız. Kahvaltılarımızı yaptıktan sonra öğrencilerimizle buluşmak üzere masadan kalktık.
Hep birlikte inişli çıkışlı, daracık, patikadan az geniş, toprak yollardan geçtik. Çocuklarla buluşacağımız köy kitaplığına geldik. Onca mesafe katederek geldiğimiz yerin fırınla arası bir arpa boyu yol. Arada bir bakkal ve kahvehane var.
-Bizi neden dolaştırarak buraya getirdiniz Emine hanım? Fırın bir kaç adım ötede…
-Biz kadınlar, kahvenin önünden geçemeyiz. Günah…
-…???
-Neden günah?
-Çünkü onlar erkek. Erkeklerin önüne geçmek olmaz.
-…???
Anlam verememiştik verilen cevaba. Oysa sonradan öğrendiğimize göre köydeki herkes birbirine akraba. İmiş… Benzer olayı daha sonra dönem sonunda da yaşamıştık.
-Çocuklar dönem sonu geldi. Kura çekeceğiz, İsmini çektiğiniz arkadaşınızı kimseye söylemeyeceksiniz sürpriz olacak… Kendi hazırladığınız armağanları size kurada çıkan arkadaşınıza vereceksiniz.
Bir hafta sonra çocuklar paketleriyle geldiler. İlginç olanı her paketin üzerine bir çiçek iliştirilmişti. Sadece birinde küçük bir zeytin dalı vardı. Dikkatimi çekti. Hasan’ı masaya çağırdım
-Hasan, arkadaşların paketlerine çiçek iliştirmiş. Sen niye zeytin dalı iliştirdin?
Mahcup bir şekilde gözleri yerde…
-Öğretmenim Ali’yle kavga etmiştik. Küsüştük. Barışmak için zeytin dalını koydum.
Çok duygulanmıştım. Başını okşayarak
-Pek güzel düşünmüşsün, Aferin sana diyerek yerine gönderdim.
Hepsi heyecanlıydılar. Muzip muzip birbirlerine bakıyorlardı. Sırayla hediyelerini verirlerken sarılarak birbirlerine teşekkür ettiler.
Bir öğrenci dikkatimi çekti. Kız arkadaşı ona sarılmak isterken erkek öğrenci ondan uzaklaştı. Yanına gittim.
-Yaşar, niye arkadaşına sarılmadın?
-Öğretmenim sarılamam. O, kız. Kızlarla sarılmak günah.
-…???
Bu yanıt karşısında irkildim. Arkadaş olduklarını, sarılmanın günah değil sevgi belirtisi olduğunu anlatınca ikna olup gülerek arkadaşına sarılıp hediyesini verdi.
Dönem sonunda, anneleri ile görüşmek üzere tekrar köye gittik. Toplantımız gece idi. Çünkü kadınlar gündüzleri tarla ya da bağlarda işleniyorlardı. Benim özellikle beklediğim Ahmet’in annesiydi. Ne yazık ki toplantıya gelmedi. Ahmet çok zeki bir çocuktu. Fakat ailesi yoksul olduğu için onu ilk okuldan sonra okutamayacaktı. Bir gün ders arasında yaşamlarını ağlayarak anlatmıştı. O gün karar vermiştim. Ahmet okuyacaktı ve tüm okul masraflarını karşılamaya karar verdim.
Toplantı bittikten sonra Emine hanımın ısrarıyla o gece köyde kalmaya karar verdik. Kalmakla çok isabetli karar verdiğimizi sonradan daha iyi anlayacaktık.
Yol boyunca gördüğümüz ve her yolculuğumuzda hayran kaldığımız devasa çam ağaçlarının oluşturduğu orman köy girişine dek devam ediyordu. Geceyi geçireceğimiz yer Emine hanımların misafirhane olarak kullandıkları bir konteyner idi. Yaklaştığımızda, gelin tacını oluşturan taşlar gibi sıralanmış çam ağaçlarının ince yapraklarında, ay ışığının oluşturduğu yansımalar, bizi büyüledi. Coşku ile içeri girdik. İç içe iki oda ve mutfaktan oluşan perdesiz küçük pencereleri olan şirin bir ev görünümündeydi. Emine hanım, bizi yerleştirip iki dakikalık yürüme mesafesindeki evine dönecekti. Kalmasını rica ettik. O da bu isteğimizi kırmayarak.
-Sizinle sohbet güzel olacak, Kalayım .
Konumuz köydeki kadınlar ve çocuklardı. Neşe içinde sohbetimiz devam ederken saatin nasıl ilerlediğini fark edememiştik. dışarıdan gürültüler duyana kadar. İrkildik. Fakat rüzgardır diye pek fazla önemsemedik. Kısa bir süre sonra konteynırın duvarı tekmelenmeye başladı. Birimiz hemen kapıyı kilitledi. Işıkları söndürmek hiçbirimizin aklına gelmedi. Işıklı ortamda kabak gibi ortadaydık. Dışarısı zifiri karanlıktı. Sanki ay da korkmuş bir yerlere saklanmıştı. Kaç kişilerdi? Neden konteynırı tekmeliyorlardı? Silahları var mıydı? Cevabını kestiremediğimiz deli sorular beynimizi yiyordu.
Tekmeleme seslerinin şiddeti giderek artıyordu. Arada konuşma sesleri de geliyor ama ne dedikleri anlaşılmıyordu. Bizler şaşkın, endişeli gözlerle birbirimize bakıyor, olduğumuz yerde kımıldayamıyorduk. Emine hanım sessizce yerinden kalktı yan odaya geçerek konuşma ları dinledi. Hiçbir şey söylemeden gelip yerine oturdu. Ben yüz ifadesinden dışarıdakileri tanıdığını anladım.
Hiçbirimizin telefonu çekmiyordu. Sadece acil çağrıyı kullanarak jandarmayı arayabildik. Bu arada Emine hanım, telefonunu denedi. Çekiyordu. Hemen eşini aradı. Ulaşamayınca babasını aradı. Çok sakin ve doğal bir sesle
-Buba. Biz öğretmen hanımlarla konteynırdayız. Konteynır tekmeleniyo. Bi geliverin
-Kızım, de git.. uyuyun bakem. Gecenin bi yarısı ne tekmesimiş bu. Rüzgardır. Bişi olmaz diyerek telefonu kapatı.
Dışarıdaki tekmelemelerin şiddeti arttıkça, yüksek gerilim hattına çarrpılmış gibi titriyorduk. Bazı arkadaşlarımız ağlıyordu... Diğerlerimiz ise beti benzi atmış ne yapacağımızı bilmez haldeydik. Korku içinde birbirimize bakıyorduk. Çaresizdik.
Israrla başka birilerini de araması için baskı yapıyorduk. Emine hanıma, srarlarımız sonucu kardeşini de birkaç kez aradı. O da önemsemedi. Kapadı telefonu.
Bu arada kapıya dayanmışlardı. Zorluyorlardı. Jandarmadan da ses yoktu. Tekmeleme seslerinin şiddeti giderek artıyordu. Arada konuşma sesleri de geliyor ama ne dedikleri anlaşılmıyordu. Olduğumuz yerde kımıldayamıyorduk.
Bu arada kapıya dayanmışlar, açmak için zorluyorlardı. Panik halindeydik. Emine hanımın elinden telefonu kaptığm gibi son aramalardan kardeşini arayarak;
- İmdaaat!!
-Yetişinn!!!
-Öldürecekler bizi diye avazım çıktığı kadar bağırdım.
Kısa bir süre sonra sesler kesildi ve kapı hafifçe tıklatıldı.
-Abla ben Hüseyin, Açın kapıyı. Korkmayın biz geldik.
Emine kardeşinin sesini alınca hemen fırladı ve kapıyı açtı.
Can havliyle kendimizi dışarı attık. Kardeşi ve bir yakını ormanlığa doğru taş atıyorlardı. Dışarıda sert bir rüzgar vardı. Emine hanım, çıkarken dışarının ışığını açmayı akıl edebildiği için ortalık kısmen aydınlanmıştı.
Ayakkabılarımızın tekleri yoktu. Daha sonra Jandarma ormanlık alanda değişik yerlerde teklerini buldu. Yola çıktığımızda arabalarımızın lastiklerinin indirildiğini gördük. Belli ki kaçma ihtimalimizi düşünerek kendilerince önlem almışlardı. Hepimiz tir tir titriyor, konuşamıyorduk. Gün ağarmak üzereydi.. Neredeyse tüm köylü ellerinde sopalarla bulunduğumuz yere doğru geliyorlardı.
Birkaç saat sonra Jandarmalar da geldi. Gerekli incelemeleri yaptıktan sonra bizi salimen evlerimize bıraktı.
İlerleyen günlerde; duruşma sırasında faillerin, dört kişi olduklarını öğrendik. Konteynıra gelmeden önce döneceğimiz yola gitmişler. Aracımızın önünü kesip telefon numaralarımızı isteyip arkadaş olmayı teklif edeceklermiş… Duruşmada ifadeleri böyleydi… Halbuki itirafçı olan delikanlı amaçlarının tecavüz olduğunu kendisi kabul etmeyince de kaldığımız yerin köşesinde onu gözcü bıraktıklarını Jandarmaya itiraf etmişti. Duruşmada da ifadesini yineledi.
Baro her birimiz için ayrı ayrı avukat görevlendirdi. Kadın avukatlarımız cabbar ve çalışkandılar. Bizi hiç yalnız bırakmadılar. Bir yıldan uzunca süren mahkemeden sonra adalet tecelli etti ve dördü de suçlu bulunarak tutuklandılar. Hapis ve para cezası aldılar.
Beni derinden yaralayan diğer bir durum ise okutmayı düşündüğüm Mustafa’nın babası da failler arasındaydı.
Her birimiz ayrı ayrı travma yaşadık. Olaydan sonra üç gün sesim çıkmadı. Diğer arkadaşlar da bir başka şekillerde yaşadılar travmalarını…
Kabus mu? Değil mi? Hala yaşıyorlar benliğimde o günler…
.
YORUMLAR