Cumhuriyetin altın çağlarında okulların çevresinde, duvar bir yana, avluda doğru dürüst kapı yoktu. Öğrenciler, özgürlük duygusunun sınırsızlığı içinde okullarına koşarak gelir, bilgi öğrenmenin coşkusunu yaşar, doya doya oynar, eğlenirdi. Cumhuriyet, tüm yoksulluğuna karşın, geniş bahçeli, yüksek tavanlı okullar yapmış, laboratuvarları için deney malzemeleri sağlamış, kütüphaneleri için çağdaş kitaplar göndermiş, gençleri en iyi şekilde yetiştirmeye çalışmıştı.
O nedenle, çok kişinin belleğinde okul kavramı; eğlenilerek öğrenilen, sıcak yuvalar olarak kaldı. Bizler o çağın çocukları olarak, orada öğrendiklerimizle, kendi ayaklarımızın üstünde durmayı, sorunlarımızı çözmeyi, umutsuzluklarımızı, karamsarlıklarımızı aşmayı öğrendik...
Günümüzde liselilerin ezici çoğunluğu okullarında mutlu değil! Nasıl mutlu olsunlar? Artık okullarının çevresi kalın, yüksek duvarlarla çevrili. Bu yetmezmiş gibi, duvarların üstüne sivri demir korkuluklar yapılmış, en üste tel örgüler çekilmiş. İnsanı tedirgin eden, içini karartan bir görüntü bu! Öğrenciyi, avlu kapısında özel güvenlik görevlisi karşılıyor, okul polisi de içeride odasında oturuyor.
Liseli gençlerin suratları asık, yüzleri gülmüyor. Ayakları adeta geri geri gidiyor. Belli ki, evden zorla gönderilmişler. Okula isteyerek, sevinçle gelmiyorlar. Çünkü kuru sıraların üstünde sekiz saat bilgi yüklemesi yapılıyor.
ÖĞRENCİLERİN EN BÜYÜK KAYGISI NE?
Geçtiğimiz ay lise öğrencilerine “Okul sizin için ne anlama geliyor” diye bir soru sorduk. Yanıtlar bizi şaşırtmadı ancak, geleceğimiz açısından korkuya kapıldık. Sorularımızı yanıtlayan yüz öğrencinin tamamına yakını, okulda hiç mutlu olmadıklarını, oraya zorla gittiklerini söylüyor. Mutsuz olmalarının nedenlerini “Sınav sisteminin (TEOG, LGS, ÖSS, TYT, AYT gibi) sürekli değişmesi, ilgileri olan derslerin değil istemedikleri, yaşamda hiç gerekmeyecek derslerin verilmesi, okulun sabah çok erken saatte başlaması, ders arasının çok kısa olması...” olarak sıralıyorlar. Yanıtlarda; hangi eğitimi alırlarsa alsınlar, hangi okulu bitirirlerse bitirsinler, işsiz kalacaklarını düşünmeleri en büyük mutsuzluk kaynağı olarak ortaya çıkıyor. Okulun sevgi ve saygının temel olduğu sıcak bir yuva olmasını istiyorlar.
Öğrencilere bu tür soruları, Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri de soruyor, aldıkları yanıtlar doğrultusunda ne yapılması gerektiği konusunda kafa yoruyorlardır. Eğitim, hepimizin ortak sorunudur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın kapıları, eğitime kafa yoran herkese, her zaman açık olmalıdır. Hele de kapıların milletin temsilcilerine zincirlenmesi, bakanlığın yüz yıllık tarihinde görülmemiştir.
Eğitim dizgemizi ivedilikle çağdaşlaştırmalıyız. Çağın değiştiğini görmek gerekiyor! Artık bilgi onların ellerindeki cep telefonlarında. İstedikleri bilgiye saniyesinde erişebiliyorlar. O nedenle başka bir okul kurmanın, başka bir öğretmen yetiştirmenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. İlk iş, ağır müfredatın hafifletilmesi, derslerin yarı yarıya azaltılması olmalıdır. Okullar, kuru sıralar, ruhsuz duvarlar olmaktan kurtarılmalı, deneyin, gözlemin yapıldığı, işliklerin olduğu, gezilerin yapıldığı, konserlerin düzenlendiği, eğlenceli yaşam okulları haline getirilmelidir...
İYİ BİR REHBER OLMALI
Öğretmen, çok bilen ve öğreten rolünden hızla uzaklaşmalı, öğrencileriyle birlikte öğrenen, soru işaretleri uyandıran iyi bir rehber görevi görmelidir. Öğrencisine bilgi yüklemekten çok, gerçek bilgiye ulaşmayı, soru sormayı, düşünmeyi, düşündüklerini söylemekten korkmamayı öğretmelidir. Öğrencilerin sosyalleşmelerine, birbirleriyle olan sorunlarını çözmelerine, birlikte iş yapmalarına, dayanışma göstermelerine yarayacak kendi deneyimlerini paylaşmalıdır.
ERDAL ATICI
KÖY ENSTİTÜLERİ VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI BAŞKANI*
*08.02.2022 tarihli Cumhuriyet Gazete'de yayınlanmıştır
YORUMLAR