Nihayet Şanzelize (Champs Elysées)
İlk akşamdı, “Aaa Şanzelize (Champs Elysées) Bulvarına gelmişim” diye haykırmışım sevinçle, ne varsa bu kadar sevinecek, keşfettim ya, afferin diyorum kendime.
Orsay Müzesinden çıkıp Seine Nehrine inişim sonrası bulduğum o mücevher gibi III Alexandre Köprüsünden nehrin diğer kıyısına dönüp Concord Meydanına ulaşana kadar tam yirmibeş bin adım atmışım. İşte burada uzun cümle denemesi yaptım, nefesim de yetmedi sesli okurken. Neyse bölmeyle uğraşmayayım, matematiği de pek sevmem zaten, bakmayın yıllarca bankacılık yaptığıma.
Dikili taşı görünce anladım Concord meydanına geldiğimi, zaten genişliğinden de belliydi. Öyle bir Meydan ki, caddeyi geçmekle bitiremiyorsun. Gözüm dikili taşta karşıya geçmeye o kadar odaklanmışım ki, nerede olduğuma ayıkmıyorum hala.
Ancak kaldırıma çıkıp da ağacın arkasından eğilip baktığımda gördüm Zafer Takını. İki tarafı ağaçlı, ışıklı, enerji saçan bu geniş cadde Şanzelize’den (Champs Elysées) başkası değildi, gözümü alamadım bir süre.
Günlerdir Concord Meydanını anlatmak istemiyor, erteleyip coşkuya saklanıyorum. Kar yağmasını bekliyorum orayı anlatmak için, belki bahar dallarından döne döne yumuşakça aşağıya doğru inen beyaz yapraklar gibi, kar taneleri dökülürken anlatılabilir. Kar başladı İstanbul’da, arasıra bir kaç çiçek atıyor, ancak kafamı kaldırıverince görüyorum danseder gibi düşüşünü, görüntüsünün muhteşemliğine yakışır bir sessizlikte çünkü.
İyi hissettirmedi bu meydan nedense, sadece bu gelişimde değil ilk gördüğümden beri, ben de sizlere yazarken çözebildim nedenini. Bugün baktım da Concord meydanının fotoğrafını bulamadım, benim gibi şak şak fotoğraf çeken biri nasıl olmuş da çekmemiş, belki eskilerden bulabilirim.
Concord meydanı, Fransa’nın en büyük ikinci meydanı, sekizgen. Meydanın bir tarafında Tuileries bahçeleri, tam karşısında Şanzelize (Champs Elysées) caddesi bulunuyor. Arkama Louvre müzesini almış Tuileries bahçelerindeki yeşil demir sandalyelerde otururken farketmiştim önündeki ağaçlı geniş yolun Concord Meydanına ve ardındaki Zafer takına çıktığını. Paris kafamda iyice yerli yerine oturuyor, parçalar birleşiyor, artık gezdirebilirim sizi, giderken beni yanınıza almayı unutmayın ama, zorlandığım yerlerdeyse Suna koşar yardımımıza.
Meydanın ortasında Mısır’dan hediye gelen Luksor Dikilitaşı, Mısır Hıdivi Kavalı Mehmet Ali Paşa tarafından, o dönemin Fransa kralı olan Louis Philip’e armağan edilmiş. 3200 yıllık bir geçmişi olan dikili taş 230 ton ağırlığında ve 23 metre uzunluğunda imiş.
Bu dikilitaşların en görkemlisinin İstanbul Sultanahmet’te olduğunu biliyorsunuzdur. İki kez rehberli dolaşmıştım buraları ve Balat’ı, bir gün anlatabilirim umarım.
Fransızca ismi croissant, kruvasan diyoruz biz, yani ay çöreği. Tabelasında Croissant yazılı pratik büfe tarzı yerler görmüştüm, önünde bekleyen bir ya da iki kişi, hızlıca alıp işe yetişiyorlar. Fransızların günlük kahvaltısı çok basit, tereyağlı veya reçelli kruvasan ve sıcak çikolata, belki kahve. Baget ekmekleri de çok güzel, çıtır çıtır, çikolata kültürü mü? Çikolataları lezzetiyle adeta büyülüyor.
Viyana’dan gelin gelen Avusturya prensesi Marie Antoinette ile birlikte gelmiş kruvasan Fransa’ya. Viyana seyahatimde dinlemiştim rehberimizden, Osmanlılar Viyana’yı kuşatırken gece çalışan fırıncılar duymuş seslerini ve haber vermişler, sonuçta fethedemeyip dönmüşler. Osmanlılar gittikten sonra da Osmanlı bayrağından esinlenerek hilal şeklinde bir çörek yapmış, adına da kruvasan demişler. Şimdi kruvasan ile Concord Meydanının ne ilgisi var diyeceksiniz.
Araştırmalarıma göre; Fransız devrimi sırasında, 1798 yılı, meydanın ortasına karadul adı verilen bir giyotin konmuş ve halka açık idam olayları gerçekleştirilmiş Concord meydanında. “Ekmek bulamayan halk için, ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” diyen Marie Antoinette’in de giyotinle almışlar başını burada. 1836 yılında giyotini kaldırıp yerine Fransa’nın o dönem en önemli şehirlerinin koruyucu melekleri olarak kabul edilen sekiz tane, yüzleri kendi şehirlerinin yönüne dönük heykeller dikmişler. Yanındaki görkemli çeşme ve havuzlarsa; havuzlardan biri Fransa’daki nehirleri ve gölleri diğeri ise Fransa’daki denizleri temsil ediyormuş. Concord odaklaşma anlamına geliyormuş, kalplerin buluştuğu yer olarak edebi bir anlam da yüklemişler buraya. Oradaki o çok lüks otelin güzel görüntüsü, tarihi binası, önü sıra süslenmiş “bana bakın” dedirten onca çam ağacı da yetmemiş aslında. Enerji bu hissediliyor, sinmiş bir kez.
Güneş açtı, ferahlatıyor insanı, güneş açınca karşıdaki beyaz bulutların üst kısmını ışıttı, Büyük Ada’nın tepesi görünüyor, tamamı görünebiliyordu önceden, ama bizdeki beton dikili taşlar kapattı maalesef, aldı güzellikleri.
Charle De Gaule Meydanı, ertesi gündü, metrodan çıkışta ilk gördüğüm, otuz derecelik açılarla 12 caddenin simetrik olarak kesiştiği, Meydan. Ve Fransızların ulusal sembolü olan Zafer Takı (Arc de Triomphe) tam ortasında. Napolyon’un yeğeni 3. Napolyon tarafından yaptırılarak imparatorluk ordularının şanına adanmış. Takın hemen altında meçhul asker mezarı ve Napolyon’un Avrupa ve Afrika’daki zaferlerinin isimlerinin yazılı olduğu 30 Madalyon var.
Bu arada otuz derecelik açılarla 12 cadde astroloji haritasındaki 12 evi çağrıştırdı bana. Bir dönem bu merakım bir yıllık eğitime sürüklemişti beni, kimbilir bir ara astrolojiden de konuşuruz.
2000 yılına da burada girmiştim, Zafer Takı’nın ardından atılan havai fişeklerle şaşaalı kutlamalarda, hani saat onikiyi vurduğunda televizyonlardan izlediğimiz türden, o seferinde ben de içindeydim. Dondurucu soğuğu ve pizzacıların önünde dahi uzayan yemek kuyruklarını hatırladım birden, gecenin sonunda ise keyifsiz olaylar olmuştu bu güzelim caddede. Bazen kötülük gölge düşürüyor bu güzelliklere.
Şimdi bir Kier molası verelim bu güzel caddede, hem konu hem de ağzımız tatlansın. Kier mi; kırmızı meyvelerle yapılan bir içecek, sağlığımıza diyelim.
Bu arada güneş kar topluyor sanırım, öyle diyorlar buralarda, Adanalı ne anlar kardan, pamuk tarlalarını sorun bize. İlk kez Tokat’ta görmüştüm, arkadaşım yazmış geçenlerde, o halini hiç unutmuyorum diye, sanırım döne döne şarkılar söylemişimdir. Neden Tokat’ta idim, anlatacak ne çok şey var. Onu da anlatayım bir ara, gençlerimiz bu kadar umutsuzken, belki umut serpilir içlerine, nasihat olarak algılamasınlar ama, yaşlı değilim ki.
Umut deyince; ben neredeyse hiç televizyon izlemem, değerli oyuncumuz Ezgi Mola paylaşınca beyaz güvercin gibi elbisesiyle fotoğrafını, yanıldım yakıldım bu yıl ilk kez izledim Masumlar Apartmanı dizisini dün akşam. Sandım ki Naci Hocanın güzel sesinden şiirler, şefkat fışkıran gözleri, babanın yüreğinden akan derin sözler kirletilmeyecek. Beyaz güvercinler uçuşacak gökyüzüne, papatyalar zarafetiyle eşlik ederken, yüzler inadına gülecek.
Bir şiir, bir şarkı, bir kelebek, beyaz güvercinler.... Ha bide kuş sesleri...
Görmek istemedim bitmek bilmeyen uzadıkça uzayan travmatik sahneleri, gözlerde korkuyu, akan gözyaşını... Kriz geçirten üzüntü, kararan hayatlar. İnsanları böyle hissettirmekteki amaç ne ki.
Neden ? Sihir tozu serpmek, umut ekmek varken yüreklere... İzlemediyseniz “Anne with E” dizisini izleyin derim, ağaçlı yola bir “the white way of delight” deyişi var, bence tam karşılığını bulmuyor ama “beyaz huşu yolu” demek. Yaptığım bu resimle öyle özdeşleştirdim ki, hatta birleştirip video bile yaptım kuş sesleri eşliğinde.
Şimdi cam kenarında Paris’ten Asterix’e doğru yola çıktım trenle. Haftaya Fransa’nın masalsı şehirlerini anlatıyor olacağım.
YORUMLAR