Haliç’in doğal güzelliği arka fonu oluştururken, yüzümüze vuran hafif rüzgarı hissederek sanatın içinde kaybolmak için ulaştık Tersane İstanbul’a. Sanata ve sanattan ilham almaya gelmiştik.
Her bir eserin ayrı bir mesajı, hikayesi ve de derdi vardı bize anlatacak.
Yaşanmışlığı olan bu tarihi dokulu mekan yakışmıştı 16. düzenlenen Contemporary İstanbul’a, adının anlamı gibi modern, çağdaş...
Binaların içi dışı sanat ile bezenmişti. 9.500 m2’lik kapalı alanda kırk yedi sanat galerisi, sanatçı ve kurumlar, 10.000 m2’lik açık alanda ise bir nefes, büyük ölçekli işler ve heykeller vardı.
Heykellerden, fotoğraflara, yağlıboya karışımı kolajlara, tuval, halı üzerine yapılmış resimlerden ağaca, cama, metale, halıya, çeliğe, kağıda, deriye yansımış, hayat bulmuştu sanat....
“İşte İstanbul” dedim, güçlü enerjisi ve bin bir çeşitliliği ile eşi olmayan...
Şimdi keyif zamanı diyordu açık alana dağılmış denize paralel mekanlar, kahveyle yenilenme, tatlı bir mola... Karşı kıyının güzelliğine dalınca yine cömertti İstanbul, tarihi gözler önünde...
İnsan bu, hak ediyor mutluluğu ve huzuru, bu çeşitlilikse yaşatıyordu görebilen gözlere...
Bu benim geçen yıl Ekim ayında yazmaya başlayıp, bir türlü tamamlayamadığım bir yazıydı. Ve tam da bu sergiye giderken Boğaz Köprüsü üzerinden geçerken görmüştüm Göcek Gazetesindeki köşemi ilk kez, ismi sihir olsun mu diye sormuştu Prof.Dr.Nurettin Demir zarifçe, Hayatın Sihri işte...
Bugün yağmurlu puslu bir İstanbul sabahının dinginliği ile yazıyorum, Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesine gittim de birkaç gün önce.
“Ne kadar anlamlı bir yerde duruyor” diye düşündüm, önünde bir süre soluklandığım Osman Hamdi Beyin eşi Marie’yi resmettiği Mimozalı Kadın eserine bakarak. Günümüzde varlığını Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak sürdüren Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'nin kurucusu Osman Hamdi Bey çünkü.
Babası Sadrazam İbrahim Edhem Efendi tarafından on dört yaşında devlet adamı olarak yetiştirilmek üzere hukuk eğitimi alması için Paris’te bir okula gönderilmiş, ama sanatın merkezinde onun yüreği sanata akmış. Hukuk yanısıra Güzel Sanatlar Akademisinde resim ve arkeoloji derslerine devam etmiş. Paris’te kaldığı on iki yıl boyunca dönemin ünlü ressamlarından Jean-Léon Gérôme ve Boulanger'in atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi almış. Seçebileceği onca atölye varken onun seçimi oryantalist bir ressam olmak istemesinin bir göstergesi deniyor.
Düşünmeden edemedim Sadrazam babasına rağmen bu kararı alabilmiş kendi seçimini yapmış hem de o zamanlarda. Hani Paris’in kültürünü anlatırken çocukların sorumluluk bilinciyle birey olarak yetiştirildiklerinden bahsetmiş, tüm çocuklara aynı şansı dilemiştim ya.
Aynı dönemde Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid de resim öğrenimi için Paris’e gönderilmiş.
Osmanlı kültür, sanat ve bilim alanında son derece önemli bir rol oynamış Osman Hamdi Bey, ışığı bugünü ve geleceği nasıl da aydınlatmış, Paris’e gitme şansı olmayan ne çok sanatçıya yol açmış. Bir yandan da Şişli Atölyesine katılıp ressamları Viyana’daki sergiye hazırlamış. O sırada Osmanlı Ressamlar Cemiyetinin sanat haberlerini içeren mecmua bile çıkarmış kapağında kendi resmi de olan. Fotografçılarla dolaşırmış, tam benlik, bütün resimlerinde kendisi ve ailesi var, resimlerinde fotoğrafı araç olarak kullanıyormuş.
İstanbul’a dönüp de eski eserler müdürlüğü görevi kendisine verildiğinde “Eski Eserleri Koruma Kanununu” çıkarmış 1880’li yıllarda. İşte bu kısmından çok etkilendim, minnetle de andım, Datça, Knidos’un boşaltılmasını sindirememiştim bir türlü.
Osman Hamdi Bey arkeolog, ressam, müzeci, yazar ve Kadıköy'ün ilk Belediye Başkanı imiş.
Osman Hamdi Beyin ağabeyi İsmail Galib'in torunu olan Prof. Dr. Edhem Eldem kaleminden aktarmak istiyorum bu kısmını;
“İlk Türk arkeoloğu kabul edilir. En önemli arkeolojik kazısı 1887-1888'de gerçekleştirildiği Sayda Kral Mezarlığı (Lübnan) kazılardır. Bu kazılar sırasında dünyaca ünlü İskender Lahidi’ni bulmuştur.
Çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusudur. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurmuş, 29 yıl müdürlüğünü yapmış ve müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına ekletmişdir.
İlk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiştir. Osman Hamdi Bey, müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını sürdürürken resim yapmayı hiç bırakmadı. Resimlerini genellikle Eskihisar, Gebze’deki evinde geçirdiği yaz aylarında yaptı. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdı.
Resimlerinde okuyan, tartışan, özlemini duyduğu Türk aydın tipini ve dışarıya açılmış kadın imgesini ele aldı. Dekor olarak tarihi yapıları, aksesuar olarak tarihi eşyaları kullandı. "Kaplumbağa Terbiyecisi" (1906), "Silah Taciri" (1908) Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerindendir. Birçok resmi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Londra, Liverpool ve Boston müzelerinde sergilenmektedir.
Taksim Tepebaşına gidip bu resim karşısında saatler geçirmek istiyorum, hissetmek, ermiş bir ruhu hayal etmek, bugünü de anlatan geçmişin sesini dinlemek için.
1906 yılında Paris’te katıldığı Salon sergisinde büyük bir beğeni alan bu başyapıt Kaplumbağalı Adam
yani “Kaplumbağa Terbiyecisi” birçok kez yorumlanmış.
“Yüzünün Batıya dönük olması, derviş kıyafeti, elinde ve sırtındaki müzik aleti ile yerdeki kaplumbağaları terbiye etmesi, kaplumbağaların (yeniliğe değişime açık olmayan toplum) Felsefi açıdan derin bir sabrı göstermesi, kaplumbağaların bürokrasiyi temsil etmesi, ardında tarihi dokuların yer alması, oryantalist ruhu, kaplumbağaların terbiye edilmesinin zorluğu, yüzünün yorgun, mutsuz ifadesi ve daha birçok.
Prof. Dr. Kıymet Yüce’nin bu yorumunu sevdim;
“Hedefleriniz olsun ve bunlar karşısında sabır gösterin.”
Bu mesaj bugün umutsuz, ne yöne gideceğini şaşırmış, o pırıl pırıl gençliğe gelsin. Siz yeter ki inanarak yola çıkın, nasıl sihirle aktığına siz de şaşıracaksınız.
Bu arada Venüs Balık Burcuna geçmiş ve 2 Mayıs’a kadar Balık burcunda olacakmış. Romantizm, idealizm rüzgarları esecek, yaratıcılığımız daha da yüksek olacakmış özellikle sanatla ilgilenenler çok daha güzel eserler ortaya koyabilirlermiş. Hem aşk hem sosyal ilişkilerimizde çok daha güzel bir akıştayız.
Hayat ona eşlik ettiğin bir şarkıysa ya, dans etmek lazım o zaman.
Şimdi atölyeye gidip o boyayı bolca sıkıp, “Hocam dur biraz” derken, paletimi rengarenk yapasım var...
Haftaya görüşene dek hoşçakalın…
Her bir eserin ayrı bir mesajı, hikayesi ve de derdi vardı bize anlatacak.
Yaşanmışlığı olan bu tarihi dokulu mekan yakışmıştı 16. düzenlenen Contemporary İstanbul’a, adının anlamı gibi modern, çağdaş...
Binaların içi dışı sanat ile bezenmişti. 9.500 m2’lik kapalı alanda kırk yedi sanat galerisi, sanatçı ve kurumlar, 10.000 m2’lik açık alanda ise bir nefes, büyük ölçekli işler ve heykeller vardı.
Heykellerden, fotoğraflara, yağlıboya karışımı kolajlara, tuval, halı üzerine yapılmış resimlerden ağaca, cama, metale, halıya, çeliğe, kağıda, deriye yansımış, hayat bulmuştu sanat....
“İşte İstanbul” dedim, güçlü enerjisi ve bin bir çeşitliliği ile eşi olmayan...
Şimdi keyif zamanı diyordu açık alana dağılmış denize paralel mekanlar, kahveyle yenilenme, tatlı bir mola... Karşı kıyının güzelliğine dalınca yine cömertti İstanbul, tarihi gözler önünde...
İnsan bu, hak ediyor mutluluğu ve huzuru, bu çeşitlilikse yaşatıyordu görebilen gözlere...
Bu benim geçen yıl Ekim ayında yazmaya başlayıp, bir türlü tamamlayamadığım bir yazıydı. Ve tam da bu sergiye giderken Boğaz Köprüsü üzerinden geçerken görmüştüm Göcek Gazetesindeki köşemi ilk kez, ismi sihir olsun mu diye sormuştu Prof.Dr.Nurettin Demir zarifçe, Hayatın Sihri işte...
Bugün yağmurlu puslu bir İstanbul sabahının dinginliği ile yazıyorum, Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesine gittim de birkaç gün önce.
“Ne kadar anlamlı bir yerde duruyor” diye düşündüm, önünde bir süre soluklandığım Osman Hamdi Beyin eşi Marie’yi resmettiği Mimozalı Kadın eserine bakarak. Günümüzde varlığını Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak sürdüren Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'nin kurucusu Osman Hamdi Bey çünkü.
Babası Sadrazam İbrahim Edhem Efendi tarafından on dört yaşında devlet adamı olarak yetiştirilmek üzere hukuk eğitimi alması için Paris’te bir okula gönderilmiş, ama sanatın merkezinde onun yüreği sanata akmış. Hukuk yanısıra Güzel Sanatlar Akademisinde resim ve arkeoloji derslerine devam etmiş. Paris’te kaldığı on iki yıl boyunca dönemin ünlü ressamlarından Jean-Léon Gérôme ve Boulanger'in atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi almış. Seçebileceği onca atölye varken onun seçimi oryantalist bir ressam olmak istemesinin bir göstergesi deniyor.
Düşünmeden edemedim Sadrazam babasına rağmen bu kararı alabilmiş kendi seçimini yapmış hem de o zamanlarda. Hani Paris’in kültürünü anlatırken çocukların sorumluluk bilinciyle birey olarak yetiştirildiklerinden bahsetmiş, tüm çocuklara aynı şansı dilemiştim ya.
Aynı dönemde Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid de resim öğrenimi için Paris’e gönderilmiş.
Osmanlı kültür, sanat ve bilim alanında son derece önemli bir rol oynamış Osman Hamdi Bey, ışığı bugünü ve geleceği nasıl da aydınlatmış, Paris’e gitme şansı olmayan ne çok sanatçıya yol açmış. Bir yandan da Şişli Atölyesine katılıp ressamları Viyana’daki sergiye hazırlamış. O sırada Osmanlı Ressamlar Cemiyetinin sanat haberlerini içeren mecmua bile çıkarmış kapağında kendi resmi de olan. Fotografçılarla dolaşırmış, tam benlik, bütün resimlerinde kendisi ve ailesi var, resimlerinde fotoğrafı araç olarak kullanıyormuş.
İstanbul’a dönüp de eski eserler müdürlüğü görevi kendisine verildiğinde “Eski Eserleri Koruma Kanununu” çıkarmış 1880’li yıllarda. İşte bu kısmından çok etkilendim, minnetle de andım, Datça, Knidos’un boşaltılmasını sindirememiştim bir türlü.
Osman Hamdi Bey arkeolog, ressam, müzeci, yazar ve Kadıköy'ün ilk Belediye Başkanı imiş.
Osman Hamdi Beyin ağabeyi İsmail Galib'in torunu olan Prof. Dr. Edhem Eldem kaleminden aktarmak istiyorum bu kısmını;
“İlk Türk arkeoloğu kabul edilir. En önemli arkeolojik kazısı 1887-1888'de gerçekleştirildiği Sayda Kral Mezarlığı (Lübnan) kazılardır. Bu kazılar sırasında dünyaca ünlü İskender Lahidi’ni bulmuştur.
Çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusudur. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurmuş, 29 yıl müdürlüğünü yapmış ve müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına ekletmişdir.
İlk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiştir. Osman Hamdi Bey, müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını sürdürürken resim yapmayı hiç bırakmadı. Resimlerini genellikle Eskihisar, Gebze’deki evinde geçirdiği yaz aylarında yaptı. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdı.
Resimlerinde okuyan, tartışan, özlemini duyduğu Türk aydın tipini ve dışarıya açılmış kadın imgesini ele aldı. Dekor olarak tarihi yapıları, aksesuar olarak tarihi eşyaları kullandı. "Kaplumbağa Terbiyecisi" (1906), "Silah Taciri" (1908) Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerindendir. Birçok resmi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Londra, Liverpool ve Boston müzelerinde sergilenmektedir.
Taksim Tepebaşına gidip bu resim karşısında saatler geçirmek istiyorum, hissetmek, ermiş bir ruhu hayal etmek, bugünü de anlatan geçmişin sesini dinlemek için.
1906 yılında Paris’te katıldığı Salon sergisinde büyük bir beğeni alan bu başyapıt Kaplumbağalı Adam
yani “Kaplumbağa Terbiyecisi” birçok kez yorumlanmış.
“Yüzünün Batıya dönük olması, derviş kıyafeti, elinde ve sırtındaki müzik aleti ile yerdeki kaplumbağaları terbiye etmesi, kaplumbağaların (yeniliğe değişime açık olmayan toplum) Felsefi açıdan derin bir sabrı göstermesi, kaplumbağaların bürokrasiyi temsil etmesi, ardında tarihi dokuların yer alması, oryantalist ruhu, kaplumbağaların terbiye edilmesinin zorluğu, yüzünün yorgun, mutsuz ifadesi ve daha birçok.
Prof. Dr. Kıymet Yüce’nin bu yorumunu sevdim;
“Hedefleriniz olsun ve bunlar karşısında sabır gösterin.”
Bu mesaj bugün umutsuz, ne yöne gideceğini şaşırmış, o pırıl pırıl gençliğe gelsin. Siz yeter ki inanarak yola çıkın, nasıl sihirle aktığına siz de şaşıracaksınız.
Bu arada Venüs Balık Burcuna geçmiş ve 2 Mayıs’a kadar Balık burcunda olacakmış. Romantizm, idealizm rüzgarları esecek, yaratıcılığımız daha da yüksek olacakmış özellikle sanatla ilgilenenler çok daha güzel eserler ortaya koyabilirlermiş. Hem aşk hem sosyal ilişkilerimizde çok daha güzel bir akıştayız.
Hayat ona eşlik ettiğin bir şarkıysa ya, dans etmek lazım o zaman.
Şimdi atölyeye gidip o boyayı bolca sıkıp, “Hocam dur biraz” derken, paletimi rengarenk yapasım var...
Haftaya görüşene dek hoşçakalın…
YORUMLAR