8 MART 'ONUR'UNA… ONUR
Aklından geçen son düşünce "Çocuklarıma doyamayacağım, büyüdüklerini
göremeyeceğim, çocuklarım ne olacak?" oldu. Kalbindeki ızdıraplı, hasret yüküyle bedeni,
kalbi, zihni sonsuz sessizliğe gömüldü.
...
Sekiz Ay Önce
Hava zamankinden daha farklıydı... daha griydi bugün. Sabah uyandığından beri hücrelerine kadar işlemiş buz gibi demir soğukluğunu hissediyordu. Ruhuna işlemiş kasvet, gökyüzünün gri bulutlarıyla birleşince çekilmez bir hal alıyordu.
Bugün günlük güneşlik bile olsa, hava kurşun gibi ağırdı Bülent için. Bir yanı özgürlüğüne
kavuştuğu için içten içe seviniyordu.
Bir kişiye bağlanıp kalmak, her akşam eve belli saatlerde gelmek onu fazlasıyla sıkıyor,
umarsızca sorumsuz yaşama kavuşacak olmak bir o kadar da heyecanlandırıyordu.
Aynı saatlerde Deryaların evinde hareket vardı. Çocuklar uyanmış, kahvaltı faslı bir
curcuna arasında geçiyordu. "Yumurta yemeyeceğim, o kaşık benim, o benim bardağım!"
didişmeleri her sabah klasikti. Yedi yaşındaki Berke, dört yaşındaki kız kardeşi Gizem'i
hem çok seviyor hem de çok kıskanıyordu. Derya didişmelerine alışkındı. Onu en çok
üzecek olan babasız büyüyecek olmalarıydı.
Ne var ki yapabileceği bir şey yoktu. Bülent tek eşli kalabilecek, sorumluluk almaya istekli
biri değildi. O evde, çocuklarla, Bülent'in hiçbir şeyden memnun olmayan, sürekli şikayet
eden ailesinin bitmek tükenmek bilmez beklenti, memnuniyetsizlikleriyle savaşırken,
Bülent bekar gibi sorumsuzca, gönülden gönüle kulaç atarak yaşamanın bir yolunu
buluyordu.
Kahvaltıdan sonra "Baba kahve içer misin?” dedi.
— Olur. Sabahtan beri beynim zonkluyor, gece uyudum mu uyumadım mı bilmiyorum!
— Abla sana da kahve yapayım.
— Olur, hep beraber içeriz.
Kahveler hazırdı, herkes kahvesini almış cenaze havasından bir nebze olsun keyif alarak
kurtulmaya çalışıyordu. "Bu çocuklar da boynu bükük büyüyecek" dedi babası.
— Biraz daha sabretsen olmaz mıydı? Bazı erkekler sıkıntıya gelemiyor, yanlış anlama
sizi istemediğimden değil, başımın üstünde yeriniz var. Ben hayatta olduğum müddetçe
seni de çocuklarını da mağdur etmem, kimseye muhtaç bırakmam. Ama bir ailenin
dağılmasına yuvanın yıkılmasına gönlüm razı gelmiyor.
Ablası sinirli, agresif bir şekilde atıldı:
— Baba, evi otel gibi kullanan adamdan ne hayır gelir? Bülent'in kendine hayrı yok, kendi
büyüyüp olgunlaşamamış. Söyledik Derya'ya zamanında, bundan koca olmaz, aile olmaz,
evlenme şununla, diye dinletemedik . Bir de kalktı böyle bir adamdan iki çocuk yaptı.
Derya daralmıştı, baktı ki ortam geriliyor:
— Yapabileceğim bir şey yok baba. Ben de her şey güzel olsun isterdim. Çalışmak onun
için bir yük, biz ayak bağıyız. Sadakatsizlikler, telefonda yakaladığım mesajlar... Evlilik
ona göre değil.
Babası erkekdir yapar, sonra düzelir diyecekti, karşısındaki kızı olunca diyemedi.
— Hayat senin hayatın, hadi için kahvelerinizi çıkalım. Adliyenin orada araba park etmek
zor oluyor, erken çıkalım. Derya ayakkabılıktan montunu alıp giydi.
— Berk, Gizem, anneannenizi üzmeyin. Kavga etmeyin, bizim teyzeniz ve dedenizle
dışarıda işimiz var, halledip geleceğiz. Berk dudaklarını büzüp sesi titreyerek,
— Ben biliyorum nereye gideceğinizi! Babamdan ayrılacakmışsın, artık babamı hiç
görmeyecek miyiz?Derya dizlerinin üzerine çöktü:
— Hiç öyle şey olur mu, sizin her zaman bir babanız olacak. Sadece ayrı evlerde
yaşayacağız, şimdi çizgi film açın biz birazdan döneriz.
Adliye binası şehrin merkezindeydi, arabayı park edip araçtan indiler. Bülent'le
karşılaşmanın, göz göze gelecek olmanın ihtimali bile gerilmesine sebep oluyordu.
Mahkeme salonunun kapısına geldiler, Bülent oradaydı. Derya ve ailesini görünce
Bülent'in canı sıkıldı, dokuz yıl süren evlilik...
Kavgalar, didişmeler, huzursuzluk... Hepsinden kurtulacaktı, sabır! Bunları düşünürken
telefonu çaldı arayan arkadaşı Vural'dı. Vural en iyi arkadaşıydı. Derya'dan ve evlilikten
gelebilecek her türlü tehlikeden (!) Bülent'i korumayı görev edinmişti. Bülent her şeyini,
tüm sırlarını onunla paylaşır, onun aklına çok güvenirdi.
— Ne haber Bülent, nasıl gidiyor?
— Nasıl olsun, bekliyoruz çağırmalarını.
— Geldi mi Deryalar?
— Geldiler az önce, o baş derdi ablasını da getirmiş, daimi avukatı yanında.
— E ne yapacaksın çocukların velayet işini? İstedikleri nafakayı verecek misin?
— İçim hiç rahat değil çocuklar konusunda ama şimdilik anneleriyle kalmaları daha iyi.
Biraz büyüyüp kendilerini kurtardılar mı söke söke alırım. Nafakayı da düşürmeye
çalışacağım, babalarının işi ne? Baksın kızıyla torunlarına...
— Doğru söylüyorsun. Çalışıp didin, elin kızına yedir! Çalışıp baksın çocuklarına! Sen
eline geçeni onlara harcayacaksın, üç gün sonra sevgili yapar, sevgilisiyle keyif yapar.
Bana Nesrin yapacak bunları, kuruş koklatmam! Adamı katil yapar bunlar, Allah
yardımcın olsun. Akşama kahveye gel mutlaka!
Telefonu kapattılar.
Malum mahkeme tatsız, gergin geçti. Şahitler dinlendi, çiftlerin arasında şiddetli
geçimsizlik olduğuna karar verildi. Çocukların velayeti anneye verildi, nafaka miktarı
belirlendi.
Karar: Yiten umutlar, solmuş yaşamlar, boşa harcanmış gençlikler, soğumuş kalpler.
Bülent boşanmaya canı gönülden istekli olmasına rağmen tüm bunlar Bülent için bir
yenilgi sayılırdı. Egosu yara almıştı, artık özgürdü, ne var ki Derya da özgürdü! Gençti,
güzeldi, iki doğum yapmasına rağmen kilo almamış, zarafetinden hiçbir şey
kaybetmemişti! Yanağındaki gamzeleri, hafif çekik gözleri her gülümsediğinde ışık
saçardı! Ne giyse yakışır, üzerine çuval geçirse hakkını verirdi
Bülent eve döndüğünde annesi kapıda karşıladı.
— Hoş geldin oğlum. Geç, iyi misin?
— Eh fena sayılmam.
— Aldılar mı çocukları?
— Anneye verdiler velayeti, hafta sonları iki saat alacağım.
— Alsınlar bakalım, şımartır bunlar şimdi çocukları. Biraz büyüdüler mi ikisini de alırız.
Üç gün sonra evlenmeye kalkar o geçimsiz anaları, üvey baba eline bırakacak değiliz ya!
Sen de topla kendini, sakın üzülme, elini sallasan ellisi!
Bülent derin bir soluk aldı.
— Anne ben çıkıyorum, kahvede arkadaşlar bekliyor. Akşama geç gelirim beklemeyin.
Derya eve döndüğünde daha önce hiç hissetmediği bir hal vardı üzerinde, banyoya geçip
elini yüzünü yıkadı. Aynada gözlerinin içine baktı; kırgınlık, acı, pişmanlık, kabul, boşa
geçen harcanmış gençlik, omuzlarında ağır bir yük... Gerçekçi olmaktan başka çaresi
yoktu. Yetiştirmesi, koruması, kanatlarını açıp uçabilmelerini sağlaması gereken iki
muhteşem evladı vardı.
Göz kapaklarına bir ağırlık çöktü, annesi çocukları alıp parka götürmüştü. Evin sessiz
olmasını fırsat bildi, odasına geçip gözyaşları içinde uykunun kollarına bıraktı kendisini.
Günler günleri kovalıyor, hayat devam ediyordu. Derya ev işleriyle meşgulken telefonu
çaldı arayan ablasıydı.
— Derya ne yapıyorsun?
— İyiyim abla. İş güç, sen?
— Canım sıkıldı alışveriş merkezine gidelim mi? Sen de kafanı dağıtırsın. Giysi bakarız,
sinemaya gideriz, ne dersin?
Bu öneri hoşuna gitmişti. Durakta buluşup otobüse bindiler. Alışveriş merkezi şehrin
dışındaydı, uzun bir yolculuktan sonra AMY'e ulaştılar. Büyük, görkemli, ışıl ışıl
mağazaların vitrinlerindeki şık kıyafetler, sinema katının mısır kokusu, mağazalardan
yayılan inceden çalan batı müziğinin yarattığı hoş ambiyans, stresini, gönül yorgunluğunu
aldı.
Çantasının derinlerinden gelen telefonunun sesini duydu. Arayan Bülent'ti. Sesi her
zamanki gibi agresif, eleştirel ve zorbaydı. Çocuklarla ilgili konuşmak için aramıştı, hafta
sonu daha fazla kalmalarını isteyecekti.
— Sen neredesin? Çok gürültü var.
— AMY'e geldik ablamla.
— Ne malum ablanla olduğun, sevgilin var yanında, onunla geziyorsun.
Avaz avaz bağırmaya başladı.
— Sen dul bir kadınsın, ne işin var sağda solda? Çocukları bırakıp gitmişsin, sorumsuz!
Kim o yanındaki adam?
Derya'nın eli ayağı titremeye başladı, yine hayatı burnundan getirmeyi başarmıştı.
— Ablam var yanımda, kim olacak?
—Zaten hep o ablan yapıyor, seni yoldan çıkarıyor, seni de kendine benzetti! Sevgili mi
ayarladı sana, tanıştırmaya mı götürdü, nasıl yakışıklı mı bari?
_ Ablası, "Ne oldu yüzün bembeyaz oldu." dedi.
— Allah'ın cezası, yanında sevgilin mi var diye tutturdu. Evliyken her haltı ye, ben
gezince bir karısı olduğu aklına geliyor. Burnumdan getirdi!
Ağlıyordu. Derya güzel kadındı başka erkeklerin ona beğeniyle, hayranlıkla bakacak
olmaları Bülent'i çıldırtıyordu. Boşanmalar çoğalmıştı ortalıkta bir yığın dul erkek vardı,
Derya'yı havada kaparlardı. Onun söndürüp soldurduğu ışık parlamaya başlarsa Derya'nın
üzerine ev araba yapacak bir yığın erkek olduğunun fazlasıyla farkındaydı.
Aradan haftalar geçmiş, okullar açılmış, Berk birinci sınıfa başlamıştı. Derya'nın Berk'i
okula getirip götürmesi gerekiyordu. Ailesi mümkün olduğunca Derya'yı dışarı
salmıyorlar, Bülent'in taşkınlık yapmasından korkuyorlardı. Çıkmaya kalksa, "Sen dur.
Ben giderim şimdi, kalkar önüne falan geçer...
İyice abartmaya başlamışlardı, üzerindeki baskı hayatını olumsuz etkilemeye başlamıştı.
— Anne, rahat bırakın beni! Bunaltıyorsunuz. İşte gitmiştir o , bizi mi düşünüp duracak?
Başka yapacak, düşünecek bir şeyi yok mu bunun?
Bülent kahvede her zamanki gibi Vural'la oturuyordu. "Derya'yı gördüm dün." dedi Vural.
— Ablasıyla çarşıdaydı, iyi geziyor valla. Sen nafakayı ver, tıkır tıkır öde, çocuklarda
yoktu yanında, bekarlık malum, sultanlar gibi dolaşıyordu. Konfeksiyonda çalışacakmış.
Nesrin'le konuşmuşlar, ona anlatmış. Bu konfeksiyon ortamları malum, yakında biri çıkar
karşısına.
Bülent'in içine kasvet oturdu. "Olursa olur. Ben kurtuldum, ne hali varsa görsün!" dedi.
Gel gelelim bir kıskançlık dalgası tüm benliğini kapladı.
Tekrar bir araya gelme fikri oluşmaya başlamıştı ama sorumluluk almaya hala hazır
değildi. Tek gerekçesi Derya'ya sahip olmaktı. Derya'yı arayıp çocukları özlediğini, kafede
buluşmak istediğini söyledi. Derya'nın ailesi Bülent'le görüşmesinden rahatsız oluyor,
kızlarının hayatından çıkmasını istiyorlardı.
Derya çıkarken Bülent ile buluşacağını ailesine söylemedi. "Çocukları parka götürüyorum,
bir saate döneriz." deyip evden çıktı. Kafe bugün tenha, ıssızdı. Çocuklar bahçedeki
oyuncaklarda oynuyor, kayıyorlardı. Yan masada bir çift çay içip sohbet ediyordu. Bülent
kafenin kapısında göründü, Derya'yı bir ürperti aldı. Dokuz yıl birlikte yaşadığı adam,
korku filmini andırıyordu. "Merhaba!" dedi ve sandalyeyi çekip karşısına oturdu.
— Nasılsın?
— İyiyim, ya sen?
— İyiyim ben de, çay içer misin?
— Olur.
Az sonra elinde tepsiyle garson geldi, çayları masaya bıraktı. Çocuklar yan tarafta
oynuyorlardı. Tuhaf bir gerilim vardı aralarında.
— Derya biz diyorum, yani yeniden denesek mi?
Derya hiç beklemiyordu, ne düşüneceğini ne diyeceğini şaşırdı. Bülent'e ne kadar
güvenebilirdi? Sekiz ay içerisinde neyin kıymetini anlayabilirdi? Bir an mantıklı gibi
görünse de Bülent'e karşı hiç bir şey hissetmiyordu, kendinden çok soğutmuştu. Bu
hislerle yapacağı evlilikten hayır gelmezdi.
— Ben istemiyorum, seninle tekrar düşünmüyorum. Biz bu şekilde iyiyiz, huzurluyuz.
— Yani, diğer alternatiflere bakacaksın?
Gerilmişti telefonu çaldı, arayan babasıydı. Derya çok tedirgin oldu. Bülent'le buluştuğunu
bilmemeleri gerekiyordu. Telefonu açarken masadan uzaklaştı, kem küm yutkunarak
konuştu. Gözlerini Bülent'ten kaçırarak, nefesi tıkanarak telefondaki kişiyi savsaklaştırıp
geçiştirmeye çalıştı.
Bülent'in kan beynine sıçradı. Tüm kasları gerildi, aklı başından gitti, tüm bedenini
kıskançlık dalgası kapladı. Derya'yı, yeni sevgilisi, erkek arkadaşı, aşkı, onunla evlenmek
isteyen, dokunmak isteyen adam, çocuklarının yeni babası arıyordu. Eli bir anda o çok
değerli akıl hocası arkadaşlarıyla bir şeyler yerken kullandığı cebindeki çakısına gitti.
— Kim lan o telefondaki! Sevgilin mi? Ayrılır ayrılmaz erkeklerle kırıştırmaya mı
başladın?
Elindeki çakısıyla şuursuzca eski karısının, karnına, göğsüne, boynuna, ziplemeye başladı.
Derya aile baskısının üzerinde yarattığı tedirginliğin etkisinden kurtulamamışken
bedeninde hissettiği bıçak kesiklerinin acısı, ızdırabı tüm bedenine yayıldı. Acı önce
bıçağın ziplendiği yerlerden beyninin kıvrımlarına, oradan tüm hücrelerine yayıldı. Bir
eliyle Bülent'e engel olmaya çalışırken bir eliyle kesiğin üzerine elini bastırmaya çalıştı.
Parmaklarının arasından fışkıran kanın sıcaklığı çaresizliğinin habercisiydi. Şuurunu
yavaşça yitirmeye başladı, dizlerinin bağı çözülüp ardından tüm eklem yerleri gevşeyip
yere yığıldı...
Kafenin zeminindeki buz gibi fayansların üzerine yığılıp tüm hayati fonksiyonlarını
yitirmeden önce aklından geçen son düşünce,
"Çocuklarıma doyamayacağım! Büyüdüklerini göremeyeceğim! Çocuklarıma ne olacak?"
oldu. Kalbindeki ızdıraplı hasret yüküyle, bedeni ve kalbi sonsuz sessizliğe gömüldü...
Bülent elinde kahramanlık nişanesi çakısıyla nefes nefese eserini seyrediyordu. Aile
efradına ve o çok kıymetli arkadaşlarına sözünü geçirebilen (!) dirayetli (!) kudretli (!)
onurlu bir erkek (!) olduğunu ispatlamıştı. Artık onların gözünde bir kahramandı!
Ama çocuklarının gözünde ne olduğunun, kim olduğunun hiçbir önemi yoktu. Çünkü
onlar, gönülden gönüle, gönül eğlendirerek gezmesine engel olan, ayak bağı, baş
belalarıydı!
Hepsinden sonsuza kadar kurtulmuştu!