Unutulmayanlar

Nilgün Güngör Berk gungorberk@yahoo.com

Herkesin olduğu gibi onun da eğitimle ilgili bir öyküsü vardı. Altmışlı yılların sonundaydı. O yıl sahil kasabasındaki devlet lisesini bitirmişti. Arkasından girdiği tek aşamalı sınav sonrasında Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazanmıştı. Ailecek büyük sevinç yaşanmış, hemen hazırlıklara başlanmıştı. Babası,  yabancı kökenli bir maden şirketinde ustabaşı olarak çalışıyordu. Şirketin yönetim yeri kasabaya yakın bir köyde tenha, mavi ve yeşil, güzelim bir koydaydı. Ailecek şirketin verdiği bir lojmanda oturuyorlardı.

Babası karşı komşuları olan Yerkesikli Terzi Hakkı ustaya onun için pazen pijama siparişi vermişti. Çarşıdan alınan tahta bavula biraz çamaşır, çorap, kazak, pantolon ve Hakkı ustanın diktiği pazen pijaması konulmuştu. Bu arada babaannesinin ördüğü kesme şeker örnekli, yün ceketi de tahta bavula özenle yerleştirilmişti. Erzurum´un soğuk olduğu düşünülerek gerekli olan pardesü de çarşıdan alınmıştı. Babasına pardesünün ince olduğunu söylese de babası en pahalısını aldığında diretmişti. Yaşamındaki bu ilk pardesü, o yıllarda, Anadolu’da yaygın olarak satılan bir markanın ürünü, imperteksti.

Sonunda Erzurum’a gitme vakti gelmişti. Babası çalıştığı iş yerinden zor zahmet izin almıştı. Fakülte Ekim başında açılıyordu. Onların önceden gidip okul ve yurt kaydını yaptırması gerekiyordu. Yirmi beş Eylül’de yola çıkmışlardı. Yaşamının en uzun, en heyecanlı yolculuğuydu. Önce Ankara’ya varılmıştı. Ankara’yı ilk kez görüyor, çevreye şaşkınlıkla bakıyordu. Ankara’da kalmadan Erzurum’a aktarma yapmışlardı. Yurda yerleşinceye kadar nerede kalacaklarını da düşünmeye başlamışlardı. Babasının düşünürken aklına askerlik arkadaşının oğlu gelmişti. Erzurum’da otobüsten inince postaneden onu aramıştı. Zorunlu hizmet nedeniyle Erzurum’da bulunan bir öğretmendi. Karı koca öğretmen aile o gece onları geri çevirmemiş, isteksizce evlerine kabul etmişlerdi.

Ertesi gün erkenden okul ve yurt işlemini yaptırmışlardı. O gün yurda girmiş,   babası da onu bırakıp dönmüştü. Zaten izni de o kadardı. Gözü yaşlı kalmıştı. Yaşamında ilk kez böyle bir gurbete çıkmıştı. Çok üzgündü. Kimseyi tanımıyordu. Yurttaki ilk gecesi çok kötüydü. Sekiz kişilik bir odaydı. Odadaki kızlar yaz nedeniyle güneşten iyice yanmış, kara kuru, kırk dört kilo zayıflığında ve ağlayan kıza alaycı gözlerle bakıyorlardı.  Belki de ona öyle gelmişti. Kantine inmiş, yurttaki kızlarla tanışmıştı. Nereden geldiğini sormuşlardı. Konuşkan olduğundan kendisini anlatıp durmuştu. Akdeniz ve Ege’den gelenler ona sahip çıkmışlardı. Memnun olmuştu.

O akşam pazen pijamasını ilk defa giymişti. Babası, yıkanınca çeker diye, kollarını ve paçalarını biraz uzun yaptırmıştı. Kızlar gülmeye başlamışlar, çok utanmış, hemen yatağa girmişti. Yorgunluktan, ailesinden ve yaşadığı yerden uzak olmanın verdiği hüzünle uykuya dalmıştı.

1 Ekimde üniversite açılmıştı. Her şey yolunda gidiyordu. Babasının cebine koyduğu parayı dikkatlice harcıyordu. Çünkü babası ancak bir ay sonra para gönderecekti. Zaman içinde yurttaki kızlar ona alışmışlar ve onu sevmişlerdi. Kendisi de tüm saflığı ve sıcakkanlılığıyla onları sevmişti. Erkek yurdu kız yurdunun hemen alt katındaydı. Bazı geceler aşağı kattan gürültüler geliyordu. Kızlardan bir kaçının alt kattaki erkek arkadaşları tavana vuruyordu. O zamanlarda korkuyor, yatağın içinde yorganı başına çekerek uyuyordu. Derslere çabuk alışmıştı. O zamana kadar her şey çok güzeldi.

1 Kasımda hava iyice soğumuştu. Babaannesinin ördüğü ceketi ve pardesüyü giymeye başlamıştı. Ama çok üşüyordu. Sonra kar yağdı. İlk defa kar görmenin şaşkınlığını yaşamıştı. Çok hoşuna gitmişti. Bu duruma bir ay dayanabilmişti. Hastalanmıştı. Babasını çağırmıştı. Babası gelince üniversitenin doktoruna gitmişlerdi. Vücudunun birçok yerinde yaralar oluşmuştu. Hastaneye sevk edilmiş,   tetkikler yapılmış, bu durumun hava değişimi nedeniyle olabileceği, artık Erzurum’da kalamayacağı kararı verilmişti. Bir ay süren üniversite hayatı sona ermişti.

Batıdaki üniversitelere nakil yapılabilirdi. Babasıyla Erzurum’dan Ankara’ya dönmüşler, kentin milletvekillerini aramışlar, yardım istemişlerdi. Hiçbirisi onlarla ilgilenmemişti. Görüşmek bile istememişlerdi. Onlar da çaresiz köylerine dönmüşlerdi. Hayalleri bitmişti.  

Babası kızının köyde çok üzüldüğünü görüyordu. Lise mezunu olarak bir işe girerse mutlu olacağını düşündü. Köydeki maden işletmesine başvuruldu. Altı aylık bir deneme koşuluyla işe girdi. Altı ay çabuk geçti. Kadrolu muhasebe memuru oldu. Artık mutluydu.       

 

Güngör Berk
Not.Eski Fethiye Yazıları kitabından alıntı