Yaratıcılık
Bazen şöyle bir durduğun, hayatı sorguladığın, yaptığın her ne ise anlamsız bulduğun anlar olur. Hani şu iç sesin sürekli konuştuğu, tam da öyle bir anda “Neden saatlerce yazıyorum?” derken bulursun kendini.
Derken bir mesaj düşer telefonuna;
“Yazılarını dün gece geç saatte büyük bir zevkle okudum, ellerine yüreğine sağlık, çok seviyorum senin yazdıklarını okumayı, neden geç okuyorum, biriktirerek okuyorum? Aslında galiba ben cevabını biliyorum, bitmesin istiyorum, daha uzun uzun okuyayım diye, o masalsı sihirli satırlarda kaybolma isteği, hep yaz sen, ben de zevkle doya doya okuyayım, canım benim.”
Masal aleminde hissettirebilmek, kalplere sihir tozu serpmek ne de güzel.
Sihir bu ya, ardından ansızın bir canlı yayın açılır. Hımm, hayranlıkla izlediğin derin bir ruh, masalcı Judith Malika Liberman’dır bu.
“Konumuz yaratıcılık der; yaratıcılık canlılıktır, akarsu gibi, akan su canlıdır, durgun su kokar, yosun tutar. Canlılık bedeni sağlıklı tutar, seni iyileştirir, yaratıcılık sağlıktır, woww diye uyandırır sabahları. Yaratıcılık seni heyecanlandırır, kanatlandırır. Her sabah uyandığında yaz. Duyduğun, gördüğün, hissettiğin şeyler dönüşerek senden çıkar. “Üstelik insan olarak bizim başka birine bir şeyi gördürtme ve hissettirme yeteneğimiz var.” der.
Kendine sorduğun soruların cevabı gelmiştir. Bir kuşun kanat çırpışında, bazen bir şiirde, bir şarkıda, bir romanda, bazen de gelen bir seste. Hayatın sihrine bir kez daha inanırsın.
Bunu yaptım mesleğim olmadı, şunu yaptım orada kaldı dediğin şeyler vardı. Demek bugün heyecan veren şey yarın başka birşeye dönüşebiliyormuş, önemli olan seni canlı tutuyor mu. Yaptıklarından bazıları hayatında süregelirken, bazıları referans çerçeveni zenginleştiriyor.
Kumaşı çiçek ütüsüyle kıvırır, yaprak yaprak birleştirirsin ortadaki kahverengi tohumların etrafında heyecanla, gün geceye dönmüştür. O sırada uyanır baban, kızım çok geç olmuş uyusan artık, sobada yanan odunların çıtırtısı da azalmış içeri yavaş yavaş soğumaya yüz tutmuştur. Sabah uyandığında saksıdaki duruşunu seyredersin.
Koşa koşa çıkarsın evden, tango dersin vardır, kırmızı tango ayakkabılarını giyerken salonun aralık kapısından Carlos Gardel'in o eşsiz şarkısı Por una Cabeza çalınır kulağına. Bu ay sonunda gösteriniz vardır, Cumartesi Pazar demez çalışırsınız, hocanın sesi yükselir, ayak hareketlerini tekrar gösterirken, olmadı baştan alıyoruz. Back Ochos, topuklar birleştirilerek zarifçe dönülür, tam burada Boleo, yani kırbaçlama hareketi, sonra bacağın dizden kırılıp partnerin bacağını sardığı hızlı hareket olan Gancho ile bitiriyoruz. Ritme kendini kaptırınca uçar gitme saati.
Bunca yağlıboya tabloyu nereye asacaksın? Biri bitmeden diğeri, ona fırçanla dokunurken kafanda bir başkası, ders saat dörtte biter, o gün saat beşe kadar uzatırsın, yarın altıya, yediye, öbür gün bakmışsın gece oniki. Saçılırken renkler içinden, büyülüdür vakit.
“Ne çok fotoğraf çekiyorsun? Sorguladın mı hiç, ardından iz bırakmak İçin olabilir mi? Anı yaşasana, bak kaçırıyorsun” diyenler olur.
Kırmızılısı pembesi, sarısı beyazı, iki taraflı yüzlerce gülle çevrili bir yoldasındır. Durup bir resim çekersin, yetmez şuradaki beyaz gül de güzel görünür gözüne, bir, iki, üç beş derken başlarsın yol boyu fotoğraflamaya. Koklar, mis kokusunu da içine çekersin, hele bide gülün yanında senin fotoğrafını çeken varsa mest olursun... Elin havada, gülü koklarken, gülü işaret ederken pozların... Kadrajın içine yerleştirirken o gülü, sağdan bakarsın, soldan bakarsın, ışığı arkana alır, arkadaki çöp kutusunu, üstünden geçen elektrik telini bertaraf eder, gerekiyorsa fotoğraf makinasını biraz yukarı kaldırarak sonlandırırsın çekimini.
Her gün aynı yerden batan güneşi defalarca fotoğraflarsın, o an sadece güneşin kızıllığı ve sen varsındır çünkü.
Gördün mü bak, kaçırdım mı anı dersin, tam tersine tam da içine girdim. Anı yaşamıyorsun fotoğraf çekerken diyorlar ya, belki de çekmezsen yaşamıyorsundur.
Yaratıcılığın her yerde can bulabilir: resimde, yazıda, fotoğrafta, şiirde, bazen de mutfakta.
“Bunlar da ne, ben bunlarla hiç uğraşamam valla” demiştir bir arkadaşın özenle hazırladığın, köşesine kelebek, yanına melek kondurduğun kahve tepsisi için. Oysaki nasıl da keyifle uğraşmışsındır, köşesinde tarçından papatyası ile şiir gibi dizili meyve tabağına.
Yerini birkaç kez değiştirdiğin vazoya birer birer koymuşsundur çiçekleri, sağda solda yanan titrek mumlar başka bir aleme taşırken ruhları.
Gözünü açarken beraber başlamışsındır yazmaya, içinden akar uyanır uyanmaz, hatta uykudan uyandırır. Kahvaltı vaktin bile geçmiştir çoktan, su içmeyi ihmal etmeyeyim diye masana koyduğun sürahiye dahi uzanamadan.
Yoldaki bu heyecan aslında hayatı anlamlı kılan, nereye ulaşacağından çok. Yazmak sana iyi geldi mi, çok satanlarda olmuş olmamış ne önemi var, sen beğendin mi.
Ha birde; “Yarattığın her ne ise bunu görmeyi hakedecek insanlar bul etrafına.” diye ekliyordu.
“Yazılarınızı okurken keyifli, kaliteli ve güzel
vakit geçiriyor ve o anları adeta yaşıyorum…Şahsıma bu güzellikleri yaşattığınız İÇİN KOCAMAAAAAN TEŞEKKÜR EDİYORUM…
İYİ GECELER GÜZEL İNSAN”
Şansına teşekkür eder, sen “Sihir” yazarken, “Sihir Sensin” yazan okurlarına teşekkür edersin.
“Başucundaki kar küresini hafifçe salladığındaki görüntünün içinde bulursun kendini, saçlarına, göğe çevirdiğin yüzüne çarparken ipeksi kar taneleri, kollarını kaldırmış dönersin, Mevlevi misali. Güneşin ardında saklanan kar göründü. Kimisi irice sanki beyaz bir çiçek, kimisi küçük, bunca yoğunluğuna rağmen birbirine değmeden dönerek inen kar taneleri, doğadan öğreneceğimiz ne çok şeyimiz var dersin kendine.” Gördüğün, görmeyi seçtiğin kardan sonraki çamur değildir.
Müzisyen, şarkı sözü yazarı imiş, ilk cümlesi “insanlar acımasız, çok ağır eleştiriyorlar” oldu. Hayatın sihrine inandığımı, hiçbir karşılaşmanınsa tesadüf olmadığını söyleyerek, dinlediğim canlı yayından bahsettim. Birincisi bunları yapmak sana iyi geldi mi, yaratırken canlı ve heyecanlı hissettin mi ? İkincisi bu ağır eleştirileri yapanlar acaba birşey yaratmış insanlar mı, yani doğru insanlar mıydı?
Hayatın sihri işte, hiçbir şey tesadüf değil, gönül kapımızı açık tutarsak, duymamız gerekeni ya duyuyor, ya da görüyoruz.
Şimdi ben bu sabah ki masalımı okumaya gidiyorum. Kahve köşemde durur Judith Liberman’ın “Masal Terapi” ve “Masallarla Yola Çık” kitapları, rastgele açtığım bir masal o günün mesajı olur. Senin de aradığın cevaplar etrafında, bazen bir kuşun kanat çırpışında, bazen dinlediğin bir şarkının sözlerinde, bazen bir şiirde bazen okuduğun bir kitapta sana sihirli bir şekilde görünmeye çalışıyordur. Bi de bu gözle bak etrafına, sihirli bir yolculuk bu, hayallerinde molalar ver.
Yaratıcılığınızın aktığı, ilham dolu günler olsun... Haftaya görüşmek üzere...