Nazlı Nehir
Daha sözüm bitmemişti Datça’dan, gündem alıp götürürken başka kıyılara;
Gündüzleri takıldığı muhtarın kahvesinde camekan içinde duruyordu yarım bıraktığı şarabı bir şişede Can Yücel’in. Bir kaç tahta masa avluda, duvar bezeli resimleri, şiirleriyle, sanki herşey O buradaydı diyordu Datça’da.
Datça’dan ayrıldık, Ege Bölgesinin güzel Zeybek türküleri eşliğinde Gökova Körfezine dökülen bir akarsu olan Azmak Nehrine doğru yol alıyoruz, şimdi güzel bir tekne gezisi bekler bizi. Buraya Kadın Azmağı ya da Akyaka Azmağı da deniyormuş.
Nazlı nazlı akarken nehir, kıvrıla kıvrıla yol alıyordu tekne, biri giderken birkaçı dönüyordu. Adam boyu sazlar, ne de romantik bir görüntü veriyordu nehre. Van Gogh’un tarlalardaki resimleri gibi ne çok eser çıkardı buradan. Resimlerini yapamadım ama bolca fotoğrafladım. Ah o sazlıkların görüntüsü beni benden aldı, ay ne çok kullanıyorum bu sözü de, muadili ne ki acaba.
Bir otel kestirdim gözüme tekne ile tam önünden geçerken, tatlı bir sohbette ağaçların altında, otelin nehre bakan bahçesine serpiştirilmiş masalarda oturanlar. Bir sürü beyaz ördek suda manzaraya yakışmış, bir sağa bir sola kayarcasına giden.
Birimiz oturuyor birimiz kalkıyorduk teknenin ön tarafına, sazlarla çevrili nehri arkamıza alarak, fotoğraf için bulunmaz bir köşeydi. Uzun boylu zayıf, üzerindeki kareli gömleği solmuş, hafif sakallı kaptan tekneyi durdurup suya bakın deyince gördük. Ooo nasıl bir güzellik, nehir doğal bir akvaryum, koca koca levrekler berrak tatlı suda keyifte. Görsel bir şölen bu, kaptanın köpeği bile sessiz. Kaptanın “hayır sen burada bekle” deyişine burukluğu, “o da gelsin” dememize sevinçle koşup tekneye atlayışı kahkahaya boğmuştu bizi.
Barış Manço’nun evi dediler önünden geçerken, sıcacık oldu içim, erken vedasıyla ne çok şey kaybettik. Çocuklarla yaptığı programlar, onlara yaklaşımı bile yüreğinin aynasıydı.
“Sabah yeli ılgıt ılgıt eserken,
Seher vakti bir güzele vuruldum,
Al dudakta inci dişi,
Bu dünyada yok bir eşi,
Seher vakti bir güzele vuruldum
Aynalı kemer ince bele,
Bu can kurban tatlı dile,
Seher vakti bir güzele vuruldum”
diyen sesi derinlerden bir yerlerden geliyordu.
Yaşam kısa değil, sonsuzdur. Var oluşun acele içinde olduğunu gördün mü hiç? Mevsimler zamanında gelir, çiçekler zamanı gelince açar, ağaçlar hayat kısa diye hızla büyümek için koşuşturmazlar. Tüm var oluş, yaşamın sonsuzluğunun farkında gibi görünür.
— Osho
Gözleri kapalı gibi geldi, kanatları rüzgara teslim, az ilerisinde uçan ikisinden habersiz, süzülürken usul usul, açtı gözlerini iri iri, aşağı doğru inişiyle. Bu sabah bulutlar da sanat eseri mübarek, bebek mavisi gök üzerinde, ışıtınca güneş. Bir kaç kanat çırpışıyla yine maviliklere. Hayat misali, rüzgarda uçuşan beyaz pamuklu elbisen değerken ipeksi tenine, hayaller bi dakka durun, şimdi bir kaç çırpınış, derinliği sende, herkesin derdi kendine büyük. Hadi ordan be sen de dersin, ya da dibe inersin. Dip deyince çıkrıklı bir kuyu vardı teyzemlerin koca portakal bahçesinde, kendirin bir ucunda kova, diğer ucu çıkrığın paslı demirine bağlı, ne merak ederdim dibini. Yanımda aileden bir büyük, elim onda, bakınca içine, ooo çok karanlık, ürkütücü, tek başına yanına gitmek mi, asla. Aklıma geldi birden. Tek katlı büyük teraslı bir evdi kuyunun yanıbaşındaki, terasın korkuluğu bile yoktu. Eee sen neden korkarsın ki, bak terasın bile korkuluğu yok. Hafif bir korku yine, biraz uzaklaşmaya kalksan ağaçların altında, uçsuz bucaksız ağaçların tepesinden bakıp hayale daldığın evin damında bile, halbuki neşeli gülüş sesleri gelir her köşeden.
Yaratıcılık canlılık, canlılık akmaktı ya, aktım işte, Azmak nehri misali sazdan levreğe.
Haftaya görüşene dek hoşçakalın....